23 Şubat 2013 Cumartesi

Sabah Gazetesinde ŞOK Ayrılık!

Hangi köşe yazarı BDP istedi diye gönderildi…

Sabah gazetesi yazarı Ufuk Tekin gazetesinden atıldı. Konuya dair açıklama yapan Tekin kovulmasının ardından yaÅŸadıklarını anlattı. Tekin’in anlattığına göre BDP Adana milletvekili Murat Bozlak Tekin’i “Kürtler’e hakaret etmek”le suçlayıp gazetenin tepe yöneticisine ÅŸikayet etti. Bu olay üzerine gazete Tekin’i iÅŸten çıkardı. Kendisine iftira atıldığını söyleyen Tekin, Meclis’e giderek Murat Bozlak’la yüzleÅŸti.

Tekin Bozlak’la yüzleÅŸmesini şöyle anlattı: BDP’nin TBMM’deki Grup odasında görüştük. SoÄŸuk ve ilgisizdi, başını salladı ve şöyle dedi: “Benim için bu sorun bitmiÅŸtir. Size kolay gelsin… ” Bu kadar basitti iÅŸte. “Bu çocuklar ortaokuldan sonra okumasınlar mı?” anlamına gelen yazımın o cümlelerini bile yanlış yorumlamış, “Erkek çocukları daÄŸa çıkmasınlar mı?” demek istiyorsun diyecek kadar yorumunu öfke kaplamıştı. Oysa barış diline, söylemine, hoÅŸgörüye ve birbirimizi gerçekten anlamaya her geçen gün biraz daha fazla ihtiyaç duyduÄŸumuz günlerde BDP’li bir milletvekili, nüfus artışıyla ilgili olarak yaptığım teÅŸbihi hakaret olarak algılamıştı. İncitici olabilir miydi? KiÅŸiye göre deÄŸiÅŸse de yazıya bir bütün olarak bakanlar “Hayır hakaret yok” diyor ama “Sadece o cümle cımbızlanırsa belki evet!” diyenler de çıkıyordu. Hem yazıyla ve üstelik fotoÄŸrafımla birlikte SABAH Güney’de, hem de Ankara’ya giderek Meclis’teki grup odasında yüzüne karşı “EÄŸer yanlış anlaşıldıysam özür dilerim” dediÄŸim halde öfkesi geçmiyor ve “Kürt halkından ne istiyorsunuz?” diye öfkesini bilemeye devam ediyordu. O milletvekiline söyleyecek daha fazla bir ÅŸeyim olamazdı. “Kafamı kesseler…” diye cümle kurarak kızgınlığının geçmediÄŸini hissettiren o milletvekiline elimi uzatıp şöyle veda ettim: Siz, sizin de haklarınızı savunmaya çalışan bir gazetecinin iÅŸten atılmasına yol açtınız. Ama ben Nemrut’un ateÅŸini söndürmeye çalışan karınca olmaya devam edeceÄŸim…

İÇİM ACIYOR

Ufuk Tekin’in açıklamalarının tamamı şöyle:

2 AÄŸustos 2003′te, eski milletvekili Tuncay KaraytuÄŸ’un temsilciyken yaptığı teklifle baÅŸlayan SABAH gazetesindeki yolculuÄŸum; dokuz yıl, altı ay ve 23 günün ardından 25 Åžubat 2013 Pazartesi günü resmen sona eriyor. Üzgünüm. KeÅŸke, haber müdürü Temel Eren’in, “Köşeniz iptal edildi, sayfanız da kaldırıldı” dediÄŸi akÅŸam yaÅŸadığım o ÅŸoktan hemen sonra “O halde ben de yok’um” deseydim. Diyemedim, piÅŸmanım. Aslında bu, bir hekime, elinden steteskopunu alıp ona hiçbir tahlil, inceleme ve çekim yaptırtmadan doktorluk yapmasını istemekle eÅŸ anlamlı bir haksızlıktı. Bir gazeteciden, dokuz yıldır hazırladığı çok özel bir sayfayı iptal edip köşesine yasak koymak da aynı anlama geliyordu: “Gazetecilik yapma”. Eksik, yanlış ve hatta ters anlama ile baÅŸladığını öğreneceÄŸim haksız bir öfkenin kurbanı oluyordum ama elimden oyuncaklarımın alınması yetmiyor, “ders” de almam isteniyordu. Ama ders çok ağırdı, sınıfı geçemiyor, kalıyordunuz. Bir gün sonra “İş akdini de feshediyorlar” diye açıklama yapılması, yaÅŸadığım ÅŸokların tuzu biberi oldu. İçim acıyordu ama filozofların dünyasında da gezinmiÅŸ olan benim için ‘normal’ bir sonuçtu bu son. Ovintilian’ın sözü geldi aklıma: “BaÅŸlangıcı olan bir ÅŸey, nasıl olsa biter.”

KÜRTLERE HAKARET SUÇLAMASI

BitmiÅŸti SABAH’taki yolculuÄŸum ve o zorlu anlarda aklımdan kızım, eÅŸim ve kendi hallerim geçiyordu. Öyle çok sarsılmıştım ki mideme kramplar giriyor, açlığı hissettiÄŸimde bir ÅŸeyler yiyor ama çıkartıyor, rahat konuÅŸabilmek için su içme ihtiyacı duyuyor, uyuyamıyor ya da uyuyabilsem bile baÅŸ aÄŸrısıyla uyanıyor, tansiyonumun fırladığını hissediyordum. Sesimin titremesine engel olamamıştım “Kızımın okulu…” derken… Sonra biraz düşünüp Ankara’ya gittim, zor gittim ama gitmeliydim; çünkü beni “Kürtlere hakaret etmekle” suçlayıp SABAH gazetesinin tepe yöneticisine ÅŸikayet eden milletvekiline ulaÅŸmalı ve Ufuk Tekin’in nasıl bir insan olduÄŸunu anlatmalıydım. İçinde, 1990′lar Türkiye’sinin koÅŸullarında yazdığım iÅŸkence, dayak, cinayet, sendikasızlaÅŸtırma, iÅŸten atma, GüneydoÄŸu’da yaÅŸanan terör ve korku dolu günleri anlattığım haberlerin kupürleriyle dolu bir CD vardı. O günlerin Türkiye’sinde Cumhuriyet’te çalışırken yazdığım haberlerdi bunlar ve bir anlamı olmalıydı. DeÄŸil Kürtlere hakaret etmek, Rumları, Ermenileri, Arapları, Süryanileri ve dahi dünyanın bütün uluslarını kardeÅŸ olarak gören ve farklılıkların insanlığın muhteÅŸem bir zenginliÄŸi olarak gören bir insandım. Benim gibi fikri duruÅŸu belli, gazetecilik etiÄŸine sıkı biçimde baÄŸlı bir insana yapılabilecek en ağır eleÅŸtiri / suçlama bu olsa gerekti. Hem kendimi anlatacak hem de bir ricam olacaktı beni ÅŸikayet edip de SABAH’tan çıkarılmama yol açan o milletvekilinden.

BDP ADANA MİLLETVEKİLİ

“Ufuk Tekin’i size anlatabildim mi?” diye sordum, SABAH yöneticisini arayıp “GereÄŸini yapın!” diye ÅŸikayet eden Adana milletvekiline. Danışmanlığını yapan eski gazeteci K. A. ile ayrıntılı biçimde görüşmüş, CD’yi birlikte irdelemiÅŸtik. Danışman gazeteci K.A. CD’yi öğle arasında ÅŸikayetçi milletvekiline anlatmıştı. BDP’nin TBMM’deki Grup odasında görüştük. SoÄŸuk ve ilgisizdi, başını salladı ve şöyle dedi: “Benim için bu sorun bitmiÅŸtir. Size kolay gelsin… ” Bu kadar basitti iÅŸte. “Bu çocuklar ortaokuldan sonra okumasınlar mı?” anlamına gelen yazımın o cümlelerini bile yanlış yorumlamış, “Erkek çocukları daÄŸa çıkmasınlar mı?” demek istiyorsun diyecek kadar yorumunu öfke kaplamıştı. Oysa barış diline, söylemine, hoÅŸgörüye ve birbirimizi gerçekten anlamaya her geçen gün biraz daha fazla ihtiyaç duyduÄŸumuz günlerde BDP’li bir milletvekili, nüfus artışıyla ilgili olarak yaptığım teÅŸbihi hakaret olarak algılamıştı. İncitici olabilir miydi? KiÅŸiye göre deÄŸiÅŸse de yazıya bir bütün olarak bakanlar “Hayır hakaret yok” diyor ama “Sadece o cümle cımbızlanırsa belki evet!” diyenler de çıkıyordu. Hem yazıyla ve üstelik fotoÄŸrafımla birlikte SABAH Güney’de, hem de Ankara’ya giderek Meclis’teki grup odasında yüzüne karşı “EÄŸer yanlış anlaşıldıysam özür dilerim” dediÄŸim halde öfkesi geçmiyor ve “Kürt halkından ne istiyorsunuz?” diye öfkesini bilemeye devam ediyordu. O milletvekiline söyleyecek daha fazla bir ÅŸeyim olamazdı. “Kafamı kesseler…” diye cümle kurarak kızgınlığının geçmediÄŸini hissettiren o milletvekiline elimi uzatıp şöyle veda ettim: Siz, sizin de haklarınızı savunmaya çalışan bir gazetecinin iÅŸten atılmasına yol açtınız. Ama ben Nemrut’un ateÅŸini söndürmeye çalışan karınca olmaya devam edeceÄŸim…

OKULSUZLUK SORUNUNU YAZDIM

Adana’nın Seyhan ilçesinin güney mahallelerinde yaÅŸanan okulsuzluk sorununa dikkat çekerek üç haberi peÅŸ peÅŸe yazmış olmam; o üç haberden de sonuç çıkmayınca, devletle karşı karşıya gelmeyi göze alarak “Seyhan’ın güneyine okul istemek suç mu?” baÅŸlıklı bir köşe yazısı kaleme almam bile bir anlam ifade etmiyordu. Oysa o üç haber ve bir cümlesine takıldığı o köşe yazısının ardından mahalle muhtarları baÅŸta olmak üzere bazı Kürt vatandaÅŸlardan teÅŸekkür telefonları almıştım. Ama tersi olmuÅŸ, bir gazeteci olarak haklı taleplerini savunduÄŸum Kürtlerin oylarına dayanarak seçilmiÅŸ bir BDP’li vekil, yazının içinden cımbızladığı bir cümlenin tahrikine kapılıp iÅŸten atılmama yol açan bir sürecin fitilini ateÅŸlemiÅŸti.

Ne acı ki ne savunmam alınmış ne de “Neden?” diye sorulmuÅŸtu. Bir ÅŸikayetle kapı dışarı ediliyordum. Kapı dışarı edilmek nedir ve nasıl bir duygudur bilir misiniz? Ben biliyorum, ikinci kez yaşıyorum…

O anda ne bitirdiÄŸiniz fakülte ve yüksekokul geliyor aklınıza, ne bildiÄŸiniz yabancı dil umurunuzda oluyor, Amerika’da üniversite okumuÅŸ olmak ve Türkiye’de üniversitenizde verdiÄŸiniz dersler ve ne de AB eÄŸitimcisi olarak katıldığınız projeler sizi teselli ediyor…

FAİLİ MEÇHULLERİ YAZMIŞTIM

20 yıl kadar geriye döndüm. Sevin ya da sevmeyin ama ÅŸarkıcı Ahmet Kaya’ya haksızlık edilen o günleri, yargısız infazların yapıldığı, faili meçhul cinayetlerin sıradan vakalara dönüştüğü o günleri hatırladım. Devlet içinde devlet olmuÅŸ kimi karanlık güçlerin varlığının bilindiÄŸi ama önüne geçilemediÄŸi, ağır bedellerin ödendiÄŸi, cinayetlerin pervasızca iÅŸlenebildiÄŸi, bazı milliyetçilerin milliyetçilik anlayışının Kürt düşmanlığına varan boyutta bir ırkçılığa dönüşebildiÄŸi günleri düşündüm. 1990′ların başında “faili meçhul cinayetleri” ve “iÅŸkenceci polisleri” de yazabilmiÅŸ bir gazeteci olarak, “İmralı süreci” denen ve PKK’nın legal temsilcileriyle ve lideriyle alenen devletin görüşmeler yapabildiÄŸi bir dönemde neredeyse her söze, “Barış dili” diye giren, adı BARIÅž ve DEMOKRASİ olan bir partiden bir milletvekili, aslında, “sahibine göre kiÅŸnemeyen”, “kabına göre ÅŸekil almayan” bir gazeteciye ne denli büyük bir kötülük yaptığının bilincinde miydi acaba?… Albert Camus bir kez daha haklı çıkıyordu “Adalet olmadan düzen olmaz” derken…

Sevgili arkadaÅŸlar,

SABAH gazetesinde dokuz buçuk yılı aÅŸan çalışmam boyunca – evet bazı sıkıntılar yaÅŸadım, ama çok güzel günlerim de oldu. Bunları inkar edemem. CoÅŸtuÄŸum, keyiften ve mutluluktan uçtuÄŸum anlar da. Acı tatlı, iyi kötü çok ÅŸeyi paylaÅŸtık SABAH’taki arkadaÅŸlarımla… Yazmanın keyfine vardım, paylaÅŸtıkça çoÄŸaldığımı hissettim, ÅŸakalaÅŸtım, takıldılar ama kızmadım, arada ben de takıldım ama hiçbir arkadaşımla kötü olmadım. KiÅŸisel iliÅŸkilerimiz sayesinde ben arkadaÅŸlarımın derdine derman olmaya çalıştım, onlar da benim. Aynı çanaktan çorba içtik, birlikte kızdık, birlikte nefes aldık. Ve aynı sayfada yan yana imzalarımızı görmekten mutlu oluyorduk. Aslında hiç de fena bir ekip deÄŸildik. Cumartesi pazar, bayram – tatil demeden çalıştığımız günlerimiz de oldu, sabahın 8′inde gazeteye gidince “Geciktim” düşüncesine kapılıp SABAH’ı ne denli içselleÅŸtirdiÄŸimi anladığım da. Hayat bu, elbette üzüldüğüm, “KeÅŸke…” diye baÅŸlayan cümleler kurmak zorunda kaldığım günler de yaÅŸadım SABAH’ta.

BİR TEK KİŞİYE YAPILAN HAKSIZLIK

VE benim için bu kapı kapandı artık. Sen sevgili Oben, dilerim hak ettiÄŸin maaşı ve pozisyonu alırsın ama iÅŸin zor eÄŸer yaÅŸla ilgili espriler yapmak istiyorsan; çünkü ben yok’um. Cumartesi pazar, tatil, bayram demeden yıllarını SABAH’a veren Temel kardeÅŸ, o müthiÅŸ hazır cevaplılığınla takılacak baÅŸka malzemeler (…) bulmalısın. Huzurlu bir hayatın olsun arkadaşım… Bora o güzel fotoÄŸrafları çektikten sonra “Eline saÄŸlık” diyecek bir Ufuk abiyi bulamayacaksın artık yanında. Birlikte Kaktüs’e gidip eÄŸleneceÄŸiz, demiÅŸtik, sözüm söz, toparlanayım da öyle… Gazetecilik heyecanını her zaman takdir ettiÄŸim sevgili Murat, sana da bir telefon kadar uzaktayım. Az zamanda çok yol kat ettiÄŸini görmeye baÅŸladığım Ziya, “UfukçuÄŸum” diyeceÄŸin bir abine selam veremeyeceksin artık… Melih abi, hocam, kuÅŸların dostu, hoşça kal e mi, arada hatırla beni. Sen, Galatasaray deyince bile güzel kalabilen insan, muhabbetlerimizin ası Faruk kardeÅŸ, bilgisayardan da anlayan Engin arkadaÅŸ, minik sırlarımızın karşılıklı ortağı masa arkadaşım Osman, sevgili hocam ve arkadaşım, sırlarımızı bölüştüğüm kardeÅŸim Serdar, artık çay molalarına baÅŸkası gelecek, isterdim ama yasak bana “Türkiye’nin En İyi Gazetesi”! diye yazan bir kapıdan girmek… “Günaydın”ı, ÅŸiirleri ve darbı meselleri benden duyamayacaksınız artık sevgili TuÄŸba, kaliteli, iyi insan ve sen kardeÅŸim Aylin, “Unutma” dediklerimi yazı iÅŸlerinden Zarif, ÅŸeytan ayrıntıda gizlidir ama hayat ayrıntılardan ibaret deÄŸildir Songül… Senin için ayrı bir parantez açsam, içine anne, güler yüz, vefa, dostluk ve akıl gibi insanca nice ÅŸeyi koysam diye düşündüğüm arkadaşım Nesli, bir cümlesiyle on ÅŸeyi söyleyebilen ÅŸeytan tüylü Kemal, bana artık az ÅŸekerli piÅŸiremeyeceksiniz emekçi kızlar Sevil ve Özlem, sen sabahın ilk günaydınını benden alamayacak olan Özgür, ÅŸoför kardeÅŸim Mehmet ve siz Ersin abi, Ersin bey, Ersin RamoÄŸlu… Yazılarınız sizi anlatıyor aslında ama ne olur biraz barış, biraz sevgi, biraz daha az öfke, biraz daha empati… Evet, bana destek de verdiniz, özel duygu ve görüşlerinizi de paylaÅŸtınız, emek verip katkı da yaptınız üstelik. Ama ben Göethe’nin sözünü deÄŸiÅŸtirerek yazıyorum sizin için buraya son kez:

“Sevgi, biraz daha sevgi…”

Sağlıcakla kalın…

“Bir tek kiÅŸiye yapılan haksızlık, bütün topluluÄŸa yönelmiÅŸ bir tehdittir.”


Sabah Gazetesinde ŞOK Ayrılık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder